Esosyallik

Artık hepimiz birer e-sosyaliz. İnternet ve sosyal medya bu kadar yaygınlaşmışken "iyi mi kötü mü"den ziyade "iyi mi kötü mü gidiyor" daha anlamlı bir sorgulama gibi gözüküyor. E-sosyal faaliyetlerimiz hayatımızdaki herhangi bir uğraşıdan farklı değil. Sosyal mecralarda kurduğumuz ilişkiler de öyle. Özgürce fikirlerimizi açmak, kendimizi paylaşmak için girdiğimiz sosyal mecralar, etkin sosyal odaklar/güçler (devletler, şirketler, örgütler, partiler,cemaatler...) tarafından birer propaganda kalesi, manupulasyon makinesi, reklam/anket tahtası görüleli beri işler ters gidiyor. Asıl şaşırdığım nokta bu değil, biz özgür bireylerin! çok çabuk kapılıvermesi bu rüzgara. Bizzat kendimiz ya da yarattığımız bir sosyal karakter üzerinden varolmak yerine eklemlenmeyi tercih ettik. İlginçtir, az önce cümleye başlarken ilk "biz kullanıcılar..." diye girdim, sonra "bireyler" yaptım. Bu tanım bile verili bir pozisyonla, piyasadaki bir malı kullanan kişiyle kendimizi sınırladığımızı/sınırlandırıldığımızı ve bu sınırı farkında olmadan, daha karamsar değerlendirecek olursak kolaylıkla kabullendiğimizi gösterir aslında. Gerçekte ne? (Aklıma gelmişken ilginç bir yazı;  "Sosyal Medya:Sömürgecilik 2.0" )

   Nihayetinde bir ürünün tüketicileri/kullanıcıları olduğumuz için nispeten doğru da sayılan"kullanıcı" tanımını kaç kişi üzerine alınır? Kim Facebook ve Twitterda kendini sadece basit bir müşteri olarak görüyor? Eğer görmüyorsak biricikliğimize (Marka, resmi-gayrı resmi tanıtım, propaganda, haber-duyuru-gırgır hesabı veya bu amaçla için açılmış sosyal karakter hesapları hariç diyorum. Onların ahlakı/ahlaksızlığı farklı) yeterince özen gösteriyor muyuz?

  Biriciklik ne? Kimine göre sosyal varlıklarız, "Sosyalist olmayan insan olamaz." Bu şekilde bakmayanlar da faşist koyunlardır. Öğretiniz mükemmelse, devrim çarkına dişli olmaktan niye yüksünesiniz. Kimine göreyse kıymeti kendinden menkul, sadece kendisiyle kaim birer tanrı adayıyız. "Topunuzun.." Tabi bu ilk başı belaya girdiğinde, muhtaç duruma düştüğünde salya sümük birilerini(aile,dost, sevgili, grup, cemaat) aramaya kadardır. Özgür bir birey! olarak verdiğimiz kararlarda çevremizin, yetişme tarzımızın ve soluduğumuz iklimin katkısı yokmuş gibi yapabilir miyiz? Felsefe paralıyacak değilim; ne o ne öteki olmadığımızı biliyoruz. Biricikliğimiz tam da bu belirsizlikte bana göre. Ne tanecik, ne dalga hesabı.

  Evrimle ilgili iki galat-ı meşhur kafamı kurcalamıştır hep. Değişimin ileriye-iyiye-güçlüye-güzele doğru olduğu ve canlının çevreye uymak zorunluluğu. Hayatta kalmayı başarana iyilik atfetmeyi anlamış değilim. Daha kötü/kötürüm ya da daha sinsi olan kazanırsa mesela. Diğer mevzuya gelirsek... Konuyu bilenler biliyor; aslında çevre sizi kendisine uymaya zorlarken siz de çevrenin şartlarını zorluyor ve hatta değiştiriyorsunuz. Yani sadece bir boyun eğme meselesi değil uyum.

  Lafı uzatıp duruyorum, affola. Sadede geliyorum. Çok aktif bir medya kullanıcısı sayılmazdım. En gösterişlilerinden biri olan Facebook'a neredeyse hiç girmiyordum mesela. Üye olduğum birkaç başka siteninse giriş şifrelerini bile unutmuştum. Tekrar istemeye de hiç niyetim yoktu. Deyim yerindeyse esosyal değildim; ta ki, Twitter'la tanışıncaya dek. Akıllı, bilgili, konusunun uzmanı insanlar vardı. Nüktedan, arif insanlar. Eğlenceli kişilikler, zehir zemberekler, hazırcevaplar vs vs... Bir köşeye şunları yazmışım:
" Hergün, sanal alemde, gündelik ya da ontolojik meseleler hakkında bir şeyler yazıyor, birileriyle konuşuyor, laf anlatmaya çalışıyoruz. Benim için bir 5 senelik tarihi var bunun. Gazetelerin internet sitelerine yorum yapmakla başladı, atıl duran Facebook ve yeni kaydolduğum Twitter hesaplarım üzerinden beni şaşırtacak kadar verimli dialoglarla devam etti. Hayli kalabalık bir çevreden hiç kimseyi tanımadığım, tanıdıklarımla da anlaşamayacağımı anladığım bu coğrafyaya ayak basmamla bir bakıma buna mecbur oldum. İlk zamanlar suratım ekşiyor, kendimdeki bir yetersizliğin an be an dışavurumu olarak değerlendiriyordum. Ya değiştim, ya değiştirdim; artık öyle hissetmiyorum. İnsanların uzaktan da tanınabileceğine, bir bağ kurulabilineceğine ikna oldum."

Takip ettiklerimin hepsinin yeri ayrıydı gözümde. Bazen yüzümde bir gülümse bırakan  bazen suratını ekşitmeme neden olan bir sürü yorum, paylaşım. Fakat ne olduysa oldu; twitterdaki bu renkli ve gevşek! ortama halihazırda diş bileyen  bir vasat yavaş yavaş  herkesin hesabına/kişiliğine sızdı ve yerleşti. Tanıdığımı sandığım açık fikirli! kişiler, "Uyuma Türkiyem Uyuma" moduna büründü. Kavgalar, salvolar, yalanlar, iftiralar, itiraflar, pişmanlıklar...lar lar lar.

  Ne olduysa Gezi'den sonra oldu demeyeceğim. Zaten vardı ama Gezi'yle birlikte öbekleşmede "bir hayır" görüldü. Siperler kazıldı, ortada ne olduğunu anlamaya çalışanlar tahkim edilmiş bu siperlere girmeye kendini zorunlu hissetti ya da zorlandı. Kiminin mazereti mal, kiminin can/gelecek korkusu, kiminiki de dostlarını kaybetme korkusuydu ama sonuç değişmedi. Herkesin herkesle iletişim kurabileceği, yeni bir sosyal dokunun temelinin atılacağı düşünülen bu ortam, gülünç sayılabilecek vasat savların, vasat karakterlerin baş tacı edildiği bir yer halini aldı. Sanki davacılık, örgütcülük, particilik, cemaatcilik yeniden keşfediliyordu. Ortalik geri vitese taktığını ve bunun sürdürülebilir olmadığını kabul etmeyen "burnu havadalar"la doldu taştı. "İyi, ne hallleri varsa görsünler" diyemiyorum çünkü o vasıtalar çarpışınca zarar görecek olanlardan biri de benim.

   Bu tehlikeli vasatı vazgeçilmez kılanların başında yazar-çizer-gazeteci-akademisyen tayfası geliyor. Bilgi ve düşünme eksiklikleri, görgü eksiklikleriyle birleşince takipçilerini de zehirlediler veya meyli olanları ayarttılar. Analiz yoksunu habercilik, kof kendini beğenmişlik, his yumağı cahillik. Peki, nasıl oldu da bütün bu içi geçmiş yazar çizer tayfasını, ağzı kalabalık ideolojistleri çoktan elediğini düşündüğüm yeni nesil o korkunç ötesi, küflü yazıları ve twitleri paylaşır, benzer çarpık argümanları kurar oldular? İnsan gerginlik anlarında anadiline döner derler; bu gergin ortamda herkes ana kucağına, baba ocağına, kanka yanına, ilk göz ağrılarına geri mi döndü? Entelektüel haysiyet, özgür düşünce, derinlikli kavrama, soğukkanlı rasyonellik, öngörü, içgörü, özeleştiri... nereye kayboldu bütün bunlar?

  Geçtiğimiz yüzyıldan miras, çokça işlenen bir tema vardır. Sanayi sonrası yıkımı, Dünya güç savaşlarını geride bırakırken kavradığımızı düşündüğümüz bir gerçek üzerineydi tema. İnsan, hangi kurtuluş bildirisini yazarsa yazsın çok geçmeden ideallerini ham hırslarına kurban ediyor ve hangi insanlık-için makineyi geliştirirse geliştirsin ilkel bir güdüyle düşmanını tahrip için kullanıyordu. Değişti mi şimdi? Düşmanını yeryüzünden silmek için herkesin geleceğini karartmak ortadan kalktı mı dersiniz? Hiç sanmıyorum. Sosyal Medya dediğimiz makinelerin kullanıldığı bu savaş da bir gün bitecek, modası geçecek. Yarattığımız yıkımı sorgulamaya hakkımız olacak mı? Parlak! bir gelecek için daha gelişmişlerini icat edinceye kadar ağlayıp sızlayacağız ve sonra tekrar...   "Seek and Destroy! Spam'em All!"

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mazlumun ahı

Soğuk ve metal